İş Hayatında Çalışan ve İşverenin Sınavı
İş ve Yönetim | 19.12.2020
İşe alım sürecinde işveren ve çalışan
İnsan kaynakları ile ilgili olarak okuduğum dokümanların çok azına ikna olabiliyorum. Bu konunun uzmanı mıyım? Kesinlikle hayır. Ancak, insan kaynakları alanının bir parçasıyım. Bir çalışanın, bir işverenim, bir yöneticiyim, bir yönetilenim… Perspektifi değiştirmeye çalışıyorum, baktığım yer yanlış herhalde deyip, yeniden deniyorum ama yok, olmuyor. en son şu sonuca varıyorum: ‘Sanıyorum bilimin en son açıklayabileceği şey insan olacak. İşin içine , projenin içine çalışan değil ‘insan’ dahil edilmedikçe ve psikoloji bilimi insana dair her konunun içine dahil edilmedikçe, iş hayatında çok yazılıp çizilecek, çok yapılıp bozulacak. Ancak işin içinden çıkılamayacak.
Bir arkadaşımla sohbetteyiz. Kendisi bir kamu kurumu çalışanı ve birçok gencin olmak isteyeceği bir pozisyonda. Oldukça zeki ve hırslı bir genç.
- Yetmiyor! Diyor. Yapmak istediklerimi yapamıyorum. Hem zaten çok kızıyorum, kazandığımız para da para değil.
Aklımdan, bir saat kadar önce bir yönetici ile yaptığım görüşmede konuşulanlar geçmeye başlıyor:
- Bu gençler bizim gibi değil. Tüm bildikleri para, varsa yoksa para! İşe girecek, önce maaşı soruyor. Sen ne yaptın? Ne değer kattın? Ne verdin de ne alacaksın?
Kafamda eşleşmeler devam ederken, bir yandan da dinliyorum.
- Çalışınca bir farkı olsa, neler yapar insan. Okuduğum okula bakıyorum, yaptıklarıma, sonuçlarına, kazandığım sınavlara… E kazanmayan da bir işte, hiç bir şey yapmayan da aynı değerde.
Bu noktada kafamdaki tünelde, ışık beliriyor ve işte çıkıştayım:
- Performansına göre hak etmen gereken maaş bu olsaydı ne düşünürdün peki? diye soruyorum.
- O zaman, daha çok çalışmayım, diye düşünürdüm.
Güzel cevap. Hatta harika cevap. Bu genç performans odaklı bir insan. Performans kriterleri net olarak belirlenmiş, performansa dayalı bir yönetim biçimi hakim bir işte mükemmel uyumla ve huzurla çalışabilir büyük ihtimalle. ‘İstediklerimi yapamıyorum’ diyor. Çünkü zihni, sistem kurma odaklı çalışıyor, düzeltme ve iyileşme üzerine odaklanıyor. Ancak, bir kamu kurumunda, öyle, ‘olmamış bu hadi daha iyisini yapalım’ deyince değiştiremiyorsun bir şeyleri. Bırak değiştirmeyi, kıpırdatamayabiliyorsun bile.
Başka bir sohbette bir avukat bayan ile şöyle bir konuşma yapıyoruz:
- Bir avukatlık bürom vardı. Bunun harika bir şey olduğunu düşünüyordum, iş yerini açmadan önce. Sonra, gördüm ki, tek başına oradan oraya koşturduğun anlamsız bir hayat. Şimdi kurumsal bir şirketteyim. Ohh be! Dünya varmış! Diyorum.
- Hımm… o zaman siz, büyük yapılar içinde kendini mutlu hisseden, aidiyet duygusu yüksek, ekip çalışmasını seven, belirsizlikten hoşlanmayan bir insansınız.
- Kesinlikle, buranın parçası olmak bile bana kendimi iyi hissettiriyor.
Peki, şimdi, ilk örnekteki genç, başarısız ya da yöneticinin söylediği gibi gözünü para hırsı bürümüş bir insan mı? Kesinlik hayır. Bu genç ile örnekteki yönetici bir araya gelseydi arada nasıl bir çatışma ortamı çıkardı acaba? Peki yönetici hatalı mıydı? Kesinlikle hayır. O, değer odaklıydı sadece. Onun zihni, değer üretmek odaklı çalışıyordu. Hayatındaki ve davranışlarındaki birçok iz de zaten bunu kanıtlıyordu. Avukat bayan peki? O başarısız mıydı? Kendi bürosunda çalışarak, kurumsal hayatta kazandığının çok daha fazlasını kazanan, üstelik bağımsız çalışma imkanına sahip onlarca insan var. Kendisi de kurumsal hayata geçmeden önceki durumu için bunu teyit ediyordu zaten. Başarısız değildi, bu hayat ona uygun değildi sadece, fark etmişti ve bir karar vermişti.
Peki ben?